“Boğazımda bir yumru var, her geçen an büyüyen, büyüyüp bedenimi değil ruhumu nefessiz kılan. Besini acı, gıdası çığlık ve gözyaşı. Özellikle çocukların çığlıkları çılgına çeviriyor. Sevgililerin feryatları hop oturup hop kaldırıyor. Çöp poşetine konmuş cesetler kendinden geçiriyor. Yoksa kıyamet mi koptu Allah’ım”
Zifiri karanlık, sanki hava değil toz soluyorum. Kulaklarıma çığlıklar çarpıyor. Bedenimin üzerinde bir el, sıkı sıkı bastırıyor. Çırpınmaya çabalıyorum… Nafile, hareket bile edemiyorum. Kızıyorum küçük kardeşime, “hergele” diyorum “kesin yine kırıntı döktü yatağıma.” Musallat etti gecenin zifiri karanlığında karabasanları. Başlıyorum okumaya, bitiyor bildiğim bütün dualar. Besmeleyle kaçan görünmez bedenler, çekmiyor ellerini üzerimden. Çığlıklar atıyorum, yatağımda debelenmeye çalışıyor ve yardım istiyorum. Ne yapsam olmuyor, sabah olsun diye dua ediyorum.
Telefonumun sesiyle uyanıyorum. Hava hala karanlık, karabasan hala üzerimde. Can havliyle yorganın altında buluyorum telefonumu. Güç bela açıyorum. Enkaz altında olduğumu da o an öğreniyorum. Kalbim yerinden çıkarcasına atıyor. Bedenimdeki el boğazıma sarılıyor. Nefessiz kalıyorum. Elveda dünya galiba ölüyorum.
***
Gözlerimi yeniden karanlığa açtım. Dar mekânlardan hep korkardım. Allah insanı hep korktuklarıyla mı sınardı? Resmen canlı canlı kabre girmiştim. Üstümde tonlarca beton yığınları vardı ve ben betonlar arasındaydım. Bu düşünce yüreğimin atışını hızlandırmaya yetmişti. “Ne yapacağım ben Allah’ım?…” Karanlıkta gözler kararır mı? Bilmiyorum ama hissediyorum. Gözlerim kararıyor, betonlar arasında başım dönüyor, düşmekten değil ölmekten korkuyorum.
Can tatlıydı, bir süre kendimden başka aklıma kimse düşmedi. İnsan zamanla her şeye alışıyordu. Hele beton yığınlarının altındaysa kendini ölüme daha yakın hissediyor ve ölüm sonrasını düşünüyordu. Tam da o an ailem geldi aklıma. Onlarda betonlar altındaydı. “Allah’ım ne olursun ailemi koru, ne olur onlara bir şey olmasın”
Dua faslından sonra boğazım yırtılırcasına “Anneeee, babaaaaa, Umuttttt….” diye bağırdım ama yanıt alamadım. Damarlarımda akan korkuya birde ailemi kaybetme endişesi katıldı. Onlar ölürse ben ne yaparım…
İnsanın bedeni hareket edemeyince yüreği çırpınmaya başlıyormuş. Bir de ne kadar çırpınırsa çırpınsın zamanı hızlandıramıyor ve dört bir yanını saran engelleri aşmak mümkün olmuyormuş. Bunu kum saatinin içindeki parlak tanecikler gibi sürekli azalan, içine tozun sindiği havayı soluyarak öğrendim.
Çaresizlik ne zormuş, telefonumdan attığım konumlar, yaptığım aramalar, yolladığım mesajlar, bağırışlar, çağırışlar ve yanı başımdaki peteğin benim adıma, tıkırtıyla da olsa attığı yardım çığlıkları fayda etmedi. Umutla umutsuzluk arasında ince bir çizgi vardı ve ben o çizgiyi telefonumun şarjının bitmesiyle geçtim. Var gücümle debelendim, tek sermayem olan havayı bilinçsizce tükettim. Yüreğim var gücüyle göğüs kafesimi dövdü ve ben karanlığa uyanınca anlayacağım derin bir uykuya daldım.
***
Gece gündüz ve gün kavramı kaybolmuştu. Zaman o kadar ağır akıyordu ki çoğu zaman, ölmeyi dileyerek gözlerimi kapatıyordum. Ben öleyim ailem hayatta kalsın diye dualar ediyor, çoğu zaman dualarım bitmeden uykuya dalıyordum. İnsan her an ölümü soluyunca kendini Allaha daha yakın hissediyordu. Yaptıklarının ve yapmadıklarının pişmanlığı ile yanıp tutuşuyordu.
Zamanın olmadığı ayrı bir gezegende yaşarken sayısız uğultular işittim. İnsan neyi düşünerek uykuya dalarsa onu rüyasında görüyordu. Kulakları sağır eden fısıltılar, tanımadığı insanlara sarılmalar, betonlar arasından çıkarılmalar ve yükselen alkışlar. Bir film karesi gibiydi ve ben defalarca enkaz altından çıkarıldım ama her defasında gözlerimi karanlığa açtım. Bu yüzden enkazdan çıkarıldığımda gözlerimde korku, yüzümde dehşet vardı. Çünkü yeniden gözlerimi karanlıkta açmaktan korkuyordum.
Betonlar arasından canlı çıkmanın acısını yaşayacağımı hiç tahmin edemezdim. Gözlerimi yaralı insanlarla dolu hastane köşesinde açıp memleketimin yok olduğunu ve bütün sevdiklerimi kaybettiğimi öğrendiğimde soluduğum hava boğazıma sarıldı ve var gücüyle sıktı. Bedenim havasızlığa o kadar alışmıştı ki ölemedim. Artık ruhum bedenime hapisti, bedenim sevdiklerimin üzerde adımlar atıyor, yüreğim hala göğüs kafesimi dövüyor ve aklım hayatta kalmanın acısını yaşıyordu.
Kaleminize sağlık , çok etkileyici…